27.03.2017 / 11:53

Abdullah AYAN

AB olmadan mümkün mü?

AB ile tam üyelik yolundaki en ciddi adımlardan biri olan müzakerelere başlanma kararı alındığında gündüz gözüyle havai fişek patlatarak kutlanmıştı (http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/19/siy101.html) talihin döndüğü o tarihi anda...

2004 Aralığının buz kesen Ankara havasını herkesi kucaklayan diliyle ısıtan Erdoğan, 1963 Ankara anlaşmasından günümüze emeği geçen bütün siyasetçileri minnetle anarken en büyük teşekkürü görüşmeler boyunca her türlü desteği veren CHP' ye yapıyor ve başlayan yeni dönemi şöyle tarif ediyordu:

"Bundan sonra şüphesiz önümüzde uzun, zorlu yollar var unutmayın. Çünkü bundan sonraki çalışmalarımız her attığımız adım Türkiye'de yeni bir başarının oluşmasını temin edecektir. Bundan sonra ülkemizde demokrasi daha faklı bir şekilde güç bulacaktır. Ekonomi çok daha farklı bir şekilde performans ortaya koyacak. Türkiye çağdaş ülkeler arasındaki yerini almaya başlamıştır alacaktır."

Gerçekten de AB ile tam üyeliğin kapılarının açılmaya başlamasıyla ülkenin en azından ekonomik iklimi değişmeye, büyük bir büyüme trendi başlarken AB' ye yönelik ihracat hızlanmaya, ülkeye olan ilgi yeni zirvelere tırmanmaya başladı.

Hepsinden önemlisi ülkenin en ciddi sorunu olan işsizliğin belini kıracak doğrudan yatırımlarda AB sermayesi milyarlarca Euro ile Türkiye' ye girdi.

İhracat yaptığımız ilk 5 ülkenin 4'ü (Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa) idi 2004 sonunda.

2003' te 47 milyar dolar olan ihracat, 2004 sonunda 63 milyar dolara, 2005' te 73, 2006' da 86 milyar dolara çıktı. Müzakere tarihi alışımızın üzerinden 2 yıl geçtiğinde bile ihracat 2 katına çıkıyor ve bu ihracatın yaklaşık yarısı AB' ye yapılıyordu.

Süreç ağır aksak işlese de ihracatın artış trendi 2011'e kadar hayli iyiydi.

AK Parti 2002'de 35 milyar dolarlık ihracat yapan ülkeyi on yılda 135 milyar dolara ulaştıran bir iktidar olarak, 2023 hedefini 500 milyar dolar olarak belirlerken en büyük misyon tartışılmaz biçimde AB' ye yükleniyordu.

2012 bir kaç açıdan Türkiye'de kırılmaların yaşandığı yıl...

2010 referandumu ve 2011 seçimleriyle o güne kadar iktidar olsa da, muktedir olma şansı bulamayan AK Parti gittikçe Erdoğan' la özdeşleşmeye, parti içinde iyi kötü o güne kadar işleyen demokrasiden uzaklaşmaya, vesayetin geriletilmesinde birlikte yürüdüğü liberal kesimle yollarını ayırmaya başladı ama çok daha önemli asıl gelişme Arap baharı diye adlandırılan Kuzey Afrika halk hareketlerinin Suriye' ye sirayet etmesiyle ortaya çıktı.

Ama on yıl boyunca statükonun tüm ayak diremelerine karşı büyüyen ekonomiye paralel yükselen Türkiye imajı 2012'deki gelişmelerle birlikte durağanlaşmaya, ardından baş aşağı gitmeye başladı.

Türkiye halen 2023' te 500 milyar dolar ihracat hayalleri kuruyor ama 6 yıldır 135-140 milyar dolar etrafında dönüp duruyor gerçekte...

2012' ye kadar her yıl çift haneli artan ihracatın tökezlemeye başlaması bir yana, yeni bir hikaye yazılamayınca, yeni beklentiler ortaya konamayınca heyecan dalgası yerini yorgunluğa, yorgunluk bıkkınlığa bıraktı.

Büyümenin tartışılmaz en ciddi lokomotifinin yorulmaya başlaması her alanda kendini hissettirirken özellikle Türkiye gibi genç, dinamik nüfusa sahip ülkenin en önemli itici gücü olan gençleri duraklamayla birlikte yeniden işsizlik korkusunu hissetmekte...

Son 5 yıldır duran sadece ihracat değil.

Kişi başına milli gelir de 10 bin dolarlık orta gelir çıtasına gelip dayandı ve bir türlü o belalı tuzağı aşamadı.

Ve geldik bugüne...

Türkiye büyümesini ihracat lokomotifliğinde gerçekleştirmek zorunda olan bir ülke ve bu ihracatın son 15 yılına bakıldığında bazen üstüne çıksa da en az yarısı AB' ye yapılmakta...

Tüm gerginliklere rağmen AB' nin Türkiye ihracatındaki payı bugün de %50 civarında...

Peki gerçek bu iken 2004' te müzakere tarihi alındı diye gündüz havai fişek patlatılan Ankara gösterilerinde "AB parlamentosu üyelerine, AB'nin komisyon başkan ve üyelerine, konseyin değerli devlet başkanlarına" teşekkür eden ve " Bu yolu adeta dantel örer gibi öreceğiz. Yolumuz açıktır, geleceğiniz aydınlık olsun diyorum. Türkiye asıl zorlu kavşağı dündü, bundan sonra farklı olacak." konuşmasıyla dinleyenleri coşturan, yer yer sevinçten ağlatan Erdoğan' ın bugün aynı AB' ye neler söylediğini sanırım tekrarlayıp ruhları karartmama gerek yok.

Erdoğan her gün gerilimi arttırıp AB' ye kapıları bir daha açılması zor biçimde kapatmaya kapatıyor da, mevcut yapısı içinde ihracatın AB dışında farklı alternatifleri var mı?

Son günlerde daha sık duyulmaya başlanan Şanghay beşlisi denilen çatının asıl sahipleri Rusya ve Çin gerçekten AB pazarının yerini tutar mı?

Soruların hiç te zor olmayan cevaplarını tüm güçlüklere karşın, işletmesini ayakta tutmaya, nefes almaya çalışan Türk girişimcisi çok iyi biliyor.

Sorun siyasetin bugünkü dilinde...

Dünün kucaklayıcı dili, ülkeyi her gün yeni zirvelere taşırken, bugünkü kavgacı dil moralsiz, yeni hikayeden yoksun kaldığı için heyecansız girişimcisinin çaresizliğine, mecalsizliğine tuz biber oluyor.

Hele turizmcinin "beterin de beteri" hali var ki...

Batmakta olan ve son umudunu AB ülkelerinden gelecek müşteriye bağlamış olan turizm sektörüyle, turizmcilerin çırpınışları var ki, onu da bir sonraki yazıda anlatayım... 

 
YORUMLAR

Yazarın Diğer Yazıları

>> Yerel seçimler ve Mersin ittifak denklemleri... - 30.11.2017
>> Seçimlere doğru ittifaklar, Mersin özelinde durum... - 24.11.2017
>>  Tuz deposundan Taş Bina' ya... -41- (Akkahve işletmecisi Hasan' ın öyküsü) - 20.11.2017
>> Seçimlere doğru umumi manzara... - 16.11.2017
>> Tuz deposundan Taş Bina'ya -40- (Tek tipleştirmeye karşı çok renkliliğin hikâyesi) - 15.11.2017
A24 Yazarları
Recep Ali AKSOYLU Ahmed KAYMAK
Kitap israfına şimdi de EBA mı eklendi
Tüm Yazarlar