15.11.2017 / 14:30

Abdullah AYAN

Tuz deposundan Taş Bina'ya -40- (Tek tipleştirmeye karşı çok renkliliğin hikâyesi)

Mozaik sözcüğünün bile kusur sayıldığı günlerde yaşadığı çok renkli, çok sesli çevreyi öykülerine taşıyarak, gözlemleriyle ileride yazılacak kent tarihine de büyük katkı sunan Halil, masalımsı diliyle sürdürecektir düşler kentinin insanlarını anlatmayı:
"O yıllar mahallede güzel futbol oynayan, bir avuç fakir çocuktuk. Yediğimiz ekmeğin vesikalı, günlerimizin kara başlayıp, karanlık bittiğinin farkında olmayacak kadar...
O günler altımız, beş babanın yokuş yukarı devri daim yük taşıdığını görmeyecek, her adımda yükün ağırlaştığının farkında olmayacak kadar çocuktuk...
Mahallede altı garip, Giritli Ali Rıza, abisi Şaşı Mahmut, Necati Arap, Yahudi Yasef, Kıprıslı Nedim. Ve babası çoğu kez işsiz bir Kürt. Ben...
Yolların kışın çamur, yazın toz, tahta perde çevrili iki üç tavuklu bir bahçe içinde yedi yaşında bir çocuğun çizdiği eğri çardağımızda, yağmurlu günlerde hem üşür hem ıslanırdık.
 
*
Giritli Mahmut' un nenesi Necmiye Hatun. Bir bayram günü elini öpmeye gittiğimizde, altımızın yaşamını zehir eden bir oyun öğretmişti bize. Sevinmek.
(...)
 
*
 
İşte bizim altı garibin mahallesinde Giritli nenenin öyküsünden sonra mutluluğu burunda, kulakta, gözde aradık.
Nisan dedi kokular, sevgilimiz. Dallardan kuşlar kulaklarımıza üşüştü. Sabah her sabah güneş gözlerimizi kamaştırdı. Garipler mahallesine neden az olduğumuzu unutmamayı becerdik. Giritli Ali Rıza, gizli Giritli. Necati yalnızca su içerken Arap. Kıprıslı bir kızı görünce bilirdi kokusundan.
*
 
Ağlarken oyun başka. Üzüntüyü sevince çevirmek daha güç. Muallime (öğretmen) Roza' ya göre, bir dakikalık sevinç, üzüntüyü yok edermiş. Kurtulmak için komik neden, saçma bir bahane uydurmak yetermiş.
Cennette olduğunuzu düşünün. Sıkıntınız gider. Garipler Mahallesi cennettir deyince. Güldük.
Oyunun ustası Necati idi içimizde. Günlerimiz ekmeğin, şekerin karneye bağlı olduğu savaş günleri... Arap Necati, biz altı veledi her pazar Pehlivan Mersinli Ahmet' in fırınının önünde sıraya dizer. Sıramız gelinceye kadar taze ekmek koklayın lan, derdi.
Kokusu güzeldi. Gün gelir bizim de yiyebileceğimizi hayal ederdik. Midemizin boş olduğu günler uçan kuşlar inek. Dallara konamayıp düşenler. Unutmak kolay iş oldu. Gerçek açlığın ne olduğunu bilince de güldük.
Necati, yoksulluk iyi bir hocadır; kişiyi becerikli yapar, derdi. Burun ekmek kokusunu aldığı zaman, ağzın sessiz anıran eşek gibi açılmayı becerdiği gibi.
 
*
 
Okula başladığım yıl. Okul idaresi hayatın güzel olduğunu bilmemi istedi. Memleket düşmandan arınmış. Her sabah kim olduğumu öğretiyorlardı. Boğazımız yırtılıncaya kadar Türk' üm, doğruyum, çalışkanım diye bağırıyor.
Büyük evlerde oturanlar, çalışkan olmayı, karınlarını doyurmayı çabuk öğrenmişti. Taze ekmeğin, peynirin ne olduğunu biliyordu. Ekmek ısırmayı bizden iyi beceriyorlardı. Biz de öğrenecektik. Ama sıramız gelmemişti.  (...)
 
*
 
Biz ekmeği hep gece karanlığında yerdik. Gece bekçinin çatık kaşlarından uzak. Giritli' ye düğün bayram değilken sevinmek şüphe yaratırdı. Tahsildarın bu adamlar neden seviniyor demesinden korkardık. Ertesi gün birinin kapımızı çalma ihtimali vardı. Alınması unutulmuş bir vergi. Varlık vergisi gibi.
İşte bizim mahalleli. Karaya vurmuş altı delik, altı kayıktık.
Cumhuriyet bayramında Ali Rıza ve abisi Şaşı Mahmut resmi geçite gitmezdi. Giyecek yamasız urbaları yoktu.
İlk tehlikeyi Şaşı Mahmut hissetti.  Yıllarca giydiği ceket iri karpuza konmuş kelebek gibi, üstünde iğreti.
Bir gün futbol oynarken oyunu durdurdu. Eski çoraba tıktığımız gazete kağıdından topu eline aldı. Bundan böyle bana Giritli Mahmut, bana Şaşı Mahmut diyenin ağzını yırtarım. Ben her sabah bağırdığımız insanın biriyim. Haberiniz olsun. Doğruyum, çalışkanım.
Bana ya çalışkan ya da doğru Mahmut diyeceksiniz. Bunu böyle bilin. Başka türlü düşünenin gözünü oyarım.
Necati, "Mahmut kardeşim," dedi, "durduk yerde bu kuralı nereden başımıza çıkardın?"
"Sen içinde yaşadığımız günün farkında değilsin," dedi. "Siz  evde Arapça konuşur, Arap yemeği yerseniz, her sabah okulda nasıl yalan söylersiniz? Daha üçüncü lafı söylemeden iki yalan söylemiş olursunuz. Eğer bu memleketten atarlarsa beni. Gidecek yer bulamam. Ben Şaşı Mahmut değilim. Haberiniz olsun. Şaşı Giritli' nin bu memlekette ne işi var?" *

* İlyas Halil, Ebel' in Duası kitabı (2011), Çalışkan Mahmut öyküsünden 

 
YORUMLAR

Yazarın Diğer Yazıları

>> Yerel seçimler ve Mersin ittifak denklemleri... - 30.11.2017
>> Seçimlere doğru ittifaklar, Mersin özelinde durum... - 24.11.2017
>>  Tuz deposundan Taş Bina' ya... -41- (Akkahve işletmecisi Hasan' ın öyküsü) - 20.11.2017
>> Seçimlere doğru umumi manzara... - 16.11.2017
>> Tuz deposundan Taş Bina’ya -38- (1942 şoku, Yakup Bey bahçesi) - 06.11.2017
A24 Yazarları
Recep Ali AKSOYLU Ahmed KAYMAK
Kitap israfına şimdi de EBA mı eklendi
Tüm Yazarlar