23.03.2017 / 11:19

Abdullah AYAN

Mustafa Kemal' den bugüne Tek adamlık, diktatörlük tartışmaları...

Erdoğan'ın tek adamlığa giden yolculuğu, 16 Nisan referandumuyla mutlulukla sonuçlanırsa, bu mutlulukta en büyük katkıyı kim verdi sorusunun tartışmasız tek yanıtı, Erdoğan cephesinden bakıldığında tek kahramanı var; MHP genel başkanı Devlet Bahçeli...

Elbette bu toz duman dağıldığında daha sağlıklı yorumlar yapılacak, bilinmeyen kimi faktörler, etkileyiciler, tetikleyiciler ortaya çıkacak, yazılıp çizilecek ama Bahçeli faktörü şimdiden tartışmaya yer bırakmayacak kadar kesin rolüyle ortada...

Bahçeli' nin bu rolü üstlenirken dillendirdiği söylemlerin tutarlılığı, öne sürdüğü bazı argümanlar "güler misin, ağlar mısın?" sorusu şöyle dursun, ortalama bir insanın aklını başından alacak türden.

Bunların sonuncusu bir gazeteciyle yaptığı sohbette "Evet çıkması halinde Erdoğan diktatör olur deniyor. Buna ne dersiniz?" sorusuna verdiği yanıt...

"Türkiye' de diktatör olmaz" diyor ve ekliyor: "Diktatör olmaz, çünkü bir defa diktatör Türkçe değil"

Soruyu yönelten gazetecinin gerisini getirmeye mecali kalmamış olmalı diye de düşünebilirsiniz, sözün bittiği bir yer varsa, tam bu olmalı demeniz de mümkün...
Türkçe olmaması, önerilen ve Erdoğan tarafından Türk tipi,milli ve yerli Cumhurbaşkanlığı olarak tanımlanan yönetimin diktatörlük anlamına gelmeyeceğini anladık ta, ne diyeceğiz sistemin adına?

Türk tipi Cumhurbaşkanlığı "evet" çıkması halinde başlayacak yeni dönemi tanımlamaya yeter mi?

Meclisi feshetme yetkisi onda, hazırlanan taslakta sayısı belirtilmediği için ucu açık istediği kadar Cumhurbaşkanı yardımcısı atama yetkisi onda,
dilediği kadar ve hiç bir kriter belirtilmediği için tamamen inisiyatifine terk edilmiş sayıda Bakan atayıp, istediği anda görevine son verme yetkisi onda,
devletin bütçesini hazırlamak bu bütçe Meclis tarafından zamanında görüşülüp yürürlüğe sokulmazsa bir önceki yılın bütçesini yeniden değerleme oranına göre arttırıp uygulamaya sokma yetkisi onda...

Yetmiyor, Meclisin denetleme yetkisi Cumhurbaşkanıyla aynı gün seçileceği ve matematiksel olarak partili Cumhurbaşkanının partisi çoğunlukta olacağı için pratikte neredeyse ortadan kalkıyor, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri iyi kötü işleyen denetleme mekanizmalarının işleyişi koyulan çıtalarla imkansız hale getiriliyor. Bakanların Cumhuriyetle başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumluluk ilkesini ihdas eden Parlamenter sistemin bu en temel özelliğinin yerine Bakanların kendilerini atayan Cumhurbaşkanına karşı sorumluluğu getiriliyor.

Hükümetlerin Meclisten güven oyu alma zorunluluğu da tarihe karışıyor.

Ve ister rejim, ister sistem değişikliği deyin, eğer referandum sandığından "evet" çıkarsa başlayacak yeni dönemin adına hadi Türkçe' de yeri olmadığı için kimi çevrelerin diktatör benzetmesinden geçtik, "tek adam" yönetimi denmesine bile alınganlık gösteriliyor.

Yıllardır "Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen... Bu ülke bu şekilde sıçramaz" diyerek (https://tr.sputniknews.com/turkiye/201503151014435942/) 80 milyonluk ülkeyi şirket gibi yönetme özlemini her fırsatta dile getiren Erdoğan'a aslında Türkiye' yi anonim şirket gibi yönetme fırsatı verilip verilmeyeceğini oylarımızla belirleyeceğiz 16 Nisanda...

Belirlemeye belirleyeceğiz de, bu tek adamlık tartışmaları ortadan kalkacak mı?

Aslında tartışma yeni değil..

Yıl 1935...

Daha 2. dünya savaşı patlamamış ama İtalya'da Musallini gemi azıya almış, Afrika' yı fethe! hazırlanıyor, Almanya'da Hitler faşizminin dünyayı yakıp yıkacak saldırganlığının ayak sesleri duyulmakta...

İşte böylesi ortamda 20 Haziran 1935 günü ABD' li kadın gazetecilerden oluşan bir grup Dolmabahçe sarayında Mustafa Kemal ile bir mülakat gerçekleştirir.

ABD' li gazetecilerin arasında dönemin efsane isimlerinden Gladys Baker de vardır.

Baker uzun röportajın bir yerinde sözü en netameli tartışma konusuna getirir ve sorar:

"Size neden diktatör denmesinden hoşlanmıyorsunuz?"

Ve sonradan gözlemlerini yazarken tanımlayacağı "kusursuz smokinin altındaki adam" doğrulur ve şu yanıtı verir:

"Ben diktatör değilim. Benim kuvvetimin olduğunu söylüyorlar. Evet bu doğrudur. Benim arzu edip te yapamayacağım şey yoktur. Ama ben zoraki ve insafsızca hareket etmeyi bilmem. Benim anlayışıma göre 'diktatör başkalarını iradesine ram edendir. Oysa ben kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim"

O söyleşi ve ardından yenen öğlen yemeği sadece bu türden soru-cevaplarla geçmez.

Söyleşiyi bugün de önemli kılan tarihi özelliği gelmekte olan dünya savaşını, ABD' nin bu savaşa girip girmeyeceğini ve henüz kurulmamış olan Birleşmiş Milletler benzeri bir kuruma tüm dünyanın duyduğu gereksinim gibi konularda Mustafa Kemal' in sonradan tümü gerçekleşecek öngörüleri var ki, bir kez daha hatırlanması gerekiyor.

Bir sonraki yazıda bugünlere ve dünya genelinde halen yaşanan gelişmelere ışık tutan öngörüler... 

 
YORUMLAR

Yazarın Diğer Yazıları

>> Yerel seçimler ve Mersin ittifak denklemleri... - 30.11.2017
>> Seçimlere doğru ittifaklar, Mersin özelinde durum... - 24.11.2017
>>  Tuz deposundan Taş Bina' ya... -41- (Akkahve işletmecisi Hasan' ın öyküsü) - 20.11.2017
>> Seçimlere doğru umumi manzara... - 16.11.2017
>> Tuz deposundan Taş Bina'ya -40- (Tek tipleştirmeye karşı çok renkliliğin hikâyesi) - 15.11.2017
A24 Yazarları
Recep Ali AKSOYLU Ahmed KAYMAK
Kitap israfına şimdi de EBA mı eklendi
Tüm Yazarlar