28.07.2016 / 10:45

Abdullah AYAN

İktidarların bürokrasiyle imtihanı; muktedir olma mücadelesi…

17-25 Aralık operasyonları adıyla anılan ve ülke siyasi tablosunu deyim baştan aşağı değiştirme girişimlerinin yaşandığı 2014’lerin başında hayli uzun bir makale kaleme almış ve dört bölüm halinde yayınlanan o makaleye “Türkiye’ yi kim yönetecek?” sorusunu başlık olarak seçmiştim.

O yazı dizisinde cevabını aradığım sorunun kapsadığı muhteviyatın ne kadar önemli olduğunu, 15 Temmuz kalkışması ve şu an kanlı darbe girişiminde rol alan faillerin yakalanmasıyla ortaya çıkan tablonun anlattığı gibi; karşılaşacağımız faturanın boyutlarını tam olarak kestiremesek te uzun yıllar çok acı bedeller ödemek zorunda kalacağız.

Travmanın nesiller boyu etkisini sürdüreceğine, pek çok kurumun yakalandığı deprem sonucu yıkılıp yeniden kurulması gerekecek hiç şüphe yok.

Türkiye gibi ülkelerde iktidar olmakla muktedir olmanın ne kadar birbirinden farklı kavramlar olduğunu anlamak için böylesine ağır bedelin ödenmesi mi gerekiyordu?

Sistemlerin oturduğu, iktidarların sandıkta belirlendiği ve ülkeleri yönetecek olanların seçimle gelip seçimle gittikleri ortalama demokrasilerde neden bu türlü kalkışmalar olmaz da, Türkiye gibi 66 yıldır iyi kötü demokratik kuralları yerleştirmeye çalışan bir ülkenin ensesinde boza pişiren iktidara el koyma girişimleri son bulmaz?

“ülkeyi kimin yöneteceği” meselesi yukarıdakilere benzer daha pek çok soruya yanıt araması nedeniyle önemli.

Yazıyı kaleme aldığım günlerde gözden kaçmış, pek te önemsenmemiş düşüncesiyle yazı dizisini özellikle de devletin tüm kadrolarının baştan aşağı gözden geçirildiği bugün, yeniden yayınlamanın yararlı olacağına inanıyorum.

Toplumun hayli geniş bir kesiminde ve özellikle de AK Parti cephesinde bürokrasiye yönelik operasyonlar karşısında duyulan şaşkınlığa karşı da farklı bir bakış açısı yaratması umuduyla…

“Türkiye’ yi kim yönetecek -1-

Kimler yönetecek derken seçimle iş başına gelen ve bundan sonra da sandıktan çıkacak sonuca göre belirlenmesi muhtemel bugün veya yarın ki iktidar sahiplerinden söz etmiyorum.

Sorunun o kısmının yanıtı üç aşağı beş yukarı belli...

Ama asıl üzerinde durmamız gereken daha derinlerde yattığını bildiğimiz, yüz yıldır bitmeyen bir kavganın yeni versiyonu nedeniyle de son dönemde ortaya çıkan kavgayla gündeme oturan iktidarı muktedir yapan gücün kimler eliyle kullanılacağı...

Daha açık anlatayım: İktidara sahip olanlar yürütme erkini ellerine aldıklarını düşünürler ama pratik olarak ve vatandaşın günlük hayatının her anında bu yürütme işi bürokratik kadrolarla yürür.

Hatta bu çoğu zaman adı koyulmamış bir koalisyona kadar varır.

Yıllarca ülke yönetmeyi sınırlı ama daha çok ekonomik kimi kararlarla (bazen hortumlamalara varan adımlarla), günlük suya sabuna dokunmayan uygulamalardan ibaret sanan, yakıcı konuları bırakın hayata geçirmeyi iş anlatmaya geldiğinde işaret dilini deneyen bir alandan ibaret sandı siyaset sahnesinde arz-ı endam eden aktörler.

Bu konuda hafızalara kazınmış o kadar çok örnek var ki ama çok gerilere gitmeye gerek yok. 1990’ lar iktidar olmakla, muktedir olma arasındaki makasın uçurumlara dönüştüğü yıllardır. “Kürt sorunun çözümü Diyarbakır’dan geçer” diyenlerin askeri bürokrasiden yedikleri fırçalar sonucu dillerinin tutulduğu, gazetecilere meramlarını işaretlerle anlattığına tanık olmadık mı?

Ve yine o günlerde uçakta topladığı medya mensuplarına “BASK modelini” anlatan Başbakanın bir süre sonra Cumhuriyet tarihinin en çok faili meçhul cinayetlerinin işlendiği dönemle anılmasına mı?

Diyelim ki, siz seçimi kazanıp iktidar oldunuz, iyi de Milli Eğitim, Emniyet, Tarım veya Sağlık Müdürlüğüne partinizin il, ilçe yöneticilerinden birini atayamayacağınıza göre tercihinizi başka alanlardan yapmak zorundasınız.

Mevcut kadrolar içinden kendinize yakın bulduğunuz veya partinizin etkili, yetkili kimi isimlerince önerilen, kefil olunan, ricada bulunulan birini görevlendirebilirsiniz. (Bürokrat ta sistemi siyasetçiden daha iyi bildiği için seçim sonuçları belli olur olmaz, durumdan vazife çıkarır, bıyıklarından başlayarak hemen araziye uyar, Türkiye gibi sistem yerine adam kayırmanın öne çıktığı ülke bürokratları oldukça yeteneklidir bu alanda)

Bakmayın 12 yıldır Türkiye’ yi tek başına yöneten bir partiyle yürüdüğümüz için eski yöntemlerin neredeyse hafızalardan silindiğine. Örneğin 70' li veya daha yakın olması nedeniyle canlılığını koruyan özellikle 90’ ların zayıf koalisyonlu yıllarında tanık olduklarımız ve o yıllardaki sürekli değişen iktidar dönemleri; aynı zamanda nice bürokratıncepheler arasında cirit atma öyküleri, efsaneleriyle doludur...

Bürokrat partilerin iktidara yürüyüşlerini iyi izler ve daha siyasetçi görev almak üzere Çankaya’ ya çıkmadan önce nasıl tavır alacağını, hangi cepheden kopup nereye koşacağını, hangi cümlelere konuşmaya başlayacağını, hatta nasıl giyinip kuşanacağını, sakalından bıyığına nasıl bir yüzle yola çıkacağını bile çok iyi bilir.

70’ li yıllardaki Ecevit-Demirel ile simgelenen iktidar dönemlerinde gerek bürokrat gerekse de ona işi düşen çoğu insan için “hayırlı sabahlar” yerine “ak günler” sözcüğü her kapıyı açacak sihirli şifre kadar geçerli anahtardır.

Peki, bürokratik kadrolar nasıl oluşur?

Sorunun günümüzdeki hizmet hareketi olarak adlandırılan cemaat ile AK Parti arasında patlayan kavgayla da yakından ilgisi var. O nedenle konuyu geçmişten günümüze sadece siyasal değil sosyal yanlarıyla da ele almak gerekiyor.

Türkiye 70’ li yıllarda sola karşı ortaya çıkan (veya kimi güç merkezlerince oluşturulan) milliyetçi akımla birlikte “kutsal devlete sadık” genelde orta ve alt gelir düzeyindeki ailelerin büyük kentlere okumak üzere kopup gelen genç kesimle tanıştı.

O gençlerin bir kısmı komando kamplarında iç düşmanlara! karşı eğitilirken daha büyük bölümü okudu, bir yerleri bitirdi, onları var eden “kutsal devlet” te itiraf etmek gerekirse kendisine sadık tebaanın bu “vatana canını fedaya hazır” gençlerini unutmadı, ağır ağır devletin âli kapısından girip, merdivenleri hayli hızlı tırmandılar.

O gençler zamanla “devletin bekasının” en önemli alanlarını, çeşitli kademelerini doldurdular, göze girenler merdivenleri hızla tırmanırken altta onlarla aynı görüşü paylaşan eski ülküdaşlarını da unutmadı. (Mehmet Ağar’ ın bürokrasi basamaklarını hangi hızla çıktığı ve ulaştığı yerden sonra atladığı siyasi kulvardaki performansı bu konuda ders olarak okutulacak örneklerle doludur, kaldı ki Ağar bu ülkenin bürokrasi merdivenlerini tırmanan tek örnek te değildir)

80 darbesiyle iş başına gelen darbeciler, toplumda “bir sağdan, bir soldan” algısı için kimi sağ görüşlüleri de solcularla aynı hücrelere koyarken, geride kalan ve devletle iş birliğine, hizmete hazır ve radikal yanları törpülenmiş pek çok ülkücü kökenli ismin devlet kademelerine yerleştirilmesi projesini de başarıyla hayata geçirdi. (Ülkücü hareketin ideologlarından ve Alpaslan Türkeş’le yargılanan önde gelen isimlerden Agâh Oktay Güner’ in yargılama sırasında Mahkeme heyetine söylediği; “biz zindandayız, fikrimiz iktidarda” cümlesi tam da bunu anlatıyordu aslında)

Evren diktası ardından iktidara gelen Özal’ da bürokrasiye fazla dokunamadı. Nasılsa dört eğilimi tek şemsiye altında toplamayı amaçlamıştı, o dört eğilim içinde varsın ülkücüler daha fazla yer tutsun, günlük gaile ve gelecek kaygısı zamanla onları da merkeze yaklaştıracaktı nasılsa.

Öyle de oldu, 70’ lerin nice ülkücüsü ANAP döneminde hem bürokraside hem siyasetin tüm kademelerinde hayli önemli yerlere geldiler.

Bunda Özal’ ın herkesi geçmişinden çok o günüyle değerlendirmeyi yeğleyen pragmatik görüşlerinin de rolü vardı ve geçmişte ister sağ ister solda yer alsın çevresindeki tüm insanlara bakışını hiç değiştirmedi.

Özal ve yakın çevresindeki ülkücü kökenlilerin kadrolaşmasından DYP-SHP koalisyonuna ve SHP’nin soldan çok, bir an önce zenginleşme derdine düşen müteahhit partisine dönüştüğü yılları anlatarak sürdüreceğim konuyu...”

 
YORUMLAR

Yazarın Diğer Yazıları

>> Yerel seçimler ve Mersin ittifak denklemleri... - 30.11.2017
>> Seçimlere doğru ittifaklar, Mersin özelinde durum... - 24.11.2017
>>  Tuz deposundan Taş Bina' ya... -41- (Akkahve işletmecisi Hasan' ın öyküsü) - 20.11.2017
>> Seçimlere doğru umumi manzara... - 16.11.2017
>> Tuz deposundan Taş Bina'ya -40- (Tek tipleştirmeye karşı çok renkliliğin hikâyesi) - 15.11.2017
A24 Yazarları
Recep Ali AKSOYLU Ahmed KAYMAK
Kitap israfına şimdi de EBA mı eklendi
Tüm Yazarlar