A24.com.tr » » AÖF Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar ders notları bütün üniteler - AÖF Psikoloji çıkmış sorular 2019

AÖF Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar ders notları bütün üniteler - AÖF Psikoloji çıkmış sorular 2019

AÖF Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar ders notları bütün üniteler - AÖF Psikoloji çıkmış sorular 2019

AÖF sınavlarında öğrenciler sınavdan yüksek puan alabilmek adına hazır ders notları ve çıkmış soruları araştırmaya devam ediyor. AÖF Sosyoloji ders notlarını haberimizden inceleyebilirsiniz.

 AÖF Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar ders notları araştırılmaya başlandı.

 SOSYAL BİLİMLERDE TEMEL KAVRAMLAR
Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 4
4
1. Ünite— Kültür
Kültür bir düşünme yetisinin sonucunda ortaya çıkan bir simge üretme etkinliğidir. Kültürün
oluşumunda insanın kendi varlığının farkında olması ve kendisini “düşünen bir varlık” olarak tasavvur
etmesi etkilidir. Kendi varlığı üzerine düşünebilme yetisi her ne kadar modern öncesi çağlarda bilinen
bir olgu olsa da Aydınlanma Çağı’nın temel düşünsel unsuru olarak kabul edilmiştirAydınlanma Çağı
ve Rönesans’tan itibaren insan, sadece Tanrı’nın iradesine göre şekillenmiş bir varlık değil, kendi
iradesiyle kendi kaderini oluşturabilme gücü olan düşünsel bir birim olarak tasavvur edilmiştir.
Descartes’in ünlü ifadesiyle “düşünüyorum öyleyse varım” (cogito ergo sum) insanın düşünen bir
varlık olduğunu ortaya koymaktadır.

Kültürün temelini oluşturan inanç düzlemi, tek başına bir toplum düzeni oluşturmak için fazla soyut
bir anlatıdır. Köklerini inançlardan alan değerler inançları somutlaştırma eğiliminin bir sonucudur.
Toplumsal ilişkinin devamını sağlayacak olan gelenek ve göreneklere dönüşecek olan değerler, ortak
kurucu unsurlar olarak kabul edilir. Değerler sadece kalan ve değişmeyen unsurları değil, değişmeye
dair olanları da harekete geçirirler. Değerler kültürün önemli taşıyıcıları olmakla birlikte, toplumsal
düzeni tam anlamıyla kurmak için gerekli olan dayatma gücünden yoksundurlar. Toplumsal düzen
ancak kurumsallaşmış kurallarla ayakta durabilir. Değerler ve gelenekler tek başlarına baskı unsuru
olamayacaklarından dolayı, bir baskı unsuru olan normlar mevcuttur. Norm, en basit anlamıyla
yaptırımı olan toplumsal kuraldır. Simgeler belirli bir çeşitlilik ve değişme arz etseler de ortak yaşamı
sürdürmek için bazı simgelerin genel nitelikte olması gerekir. Örneğin dil, kültürün belli toplumsal
düzeyde varlığını koruyabilmesi için vazgeçilmez önemde bir simge sistemdir. Kendinde anlamı
olmayan ses birimlerine, toplumsal olarak üzerinde uzlaşılmış anlamlar atfedilmesi, en yaygın simge
sistemi olan dili ortaya çıkarmıştır.
SOSYAL BİLİMLERDE KÜLTÜR
Kültür Kavramının Kökeni: Aydınlanma Dönemi’nde kültür terimi, tarımsal etkinlikler için kullanıldığı
anlamının yanı sıra, “insan zihninin etkin olarak geliştirilmesi” anlamını da kazanmıştır. Aydınlanma
Dönemi’nde antropolojinin de gelişmesiyle kültür belirli bir halkın “bütün yaşam biçimi” anlamında
yaygın olarak kullanılmaya başlamıştır. Williams’a (2005: 90) referansla kültür olgusunun üç anlam
katmanı olduğunu belirtebiliriz:
i- Genel bir entelektüel, tinsel ve estetik gelişim süreci (uygarlık medeniyet anlamında);
ii- Entelektüel ve sanatsal ve etkinlik pratikleri (yüksek kültür anlamında) ve
iii- Bir grubun ya da bir dönemin yaşam biçimi olarak kültür.
Antropolojik Yaklaşımlar: Kültür, farklı antropoloji geleneklerinde farklı şekillerde ele alınmıştır.
Fakat birçok antropolog kültürün, insanların öğrendiklerinin ve eylemlerinin niteliğiyle ilgili olduğuna
dair hemfikirdir. İnsan türünü diğer canlı türlerinden ayıran dünyayı kavramsallaştırma ve bunu
simgeler aracılığıyla anlatabilme yeteneği en eşsiz niteliğidir.
Evrimci ve Tarihselci Yaklaşımlar: Evrimciliğin ilk ve en önemli temsilcilerinde olan Edward B. Tylor
(1832-1917) aynı zamanda antropolojinin konusunun kültür olduğunu belirten ilk bilim insanıdır.
Tylor, kültürel olanla biyolojik olan arasındaki ayrıma vurgu yapmıştır. Tylor’a göre kültür “Bir
dönemin ya da bir toplumsal grubun yaşam biçimi” olarak tanımlanır ve yalnızca insanlık kültüre
sahiptir. Bu tanım, kültür kavramını, insanların gündelik toplumsal yaşamlarının tamamını kapsayacak
şekilde genişletir. Her bir kültürün ayrı ayrı incelenmesi gerektiğini çünkü her kültürün kendine özgü
ve ayrı bir tarihi olduğu görüşü Franz Boas (1858-1942) tarafından kültürel görecelilik yaklaşımıyla ele
alınmaktadır. Bu görüşe göre her kültür kendi tarihinin ürünüyse ve var olduğu bağlam içerisinde
SOSYAL BİLİMLERDE TEMEL KAVRAMLAR
Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 5
5
inceleniyorsa insan kültürlerini daha ilkel ya da daha uygar olarak nitelemek veya kültürler arasında
karşılaştırma yapmak sorunlu bir analizdir
İşlevselci ve Yapısalcı Yaklaşımlar: Antropolojik yaklaşımda işlevsel yaklaşımın en önemli temsilcisi
olan Bronislav Malinowski’ye (1884-1942) göre her biyolojik ihtiyaç, bir kültürel sisteme yol açmakta,
gereksinimleri karşılayan kültürel uygulamalar ise yeni kültürel ihtiyaçları üretmektedir. Toplumlar bu
gereksinimleri karşılamak için din, sanat, hukuk, aile ve akrabalık gibi kurumları geliştirmiştir.
Yapısalcı-işlevselci ekolün kurucusu olan Radcliffe-Brown (1881-1955) din, sanat, hukuk gibi
kurumların bir kültürün anlaşılmasında merkezî rol oynadıklarını kabul ediyordu. Fakat
Malinowski’nin tersine, kültürel işlevler, bireysel ihtiyaçların karşılanması değil, toplumsal yapının
sürdürülmesiydi. Farklı bir deyişle, Brown, bir toplumun her gelenek ve inancının, dolayısıyla
kültürün, o toplumun yapısını sürdürmeye dönük belirli bir işlevi olduğuna inanır. Toplumun varlığını
sürdürmesi buna bağlıdır.
Sosyolojik Yaklaşım: Antropolojinin kültür terimini temel konu edinmesinin yanısıra sosyoloji de
toplumun bir bileşeni olarak inceler. Sosyolojide kültür, bir toplumun eğitim, sanat, teknoloji, hukuk,
siyaset gibi temel alanlarında maddi ve maddi olmayan tüm birikimlerini kapsar. Bu bakımdan birey,
topluma ait olup kültüre sahiptir. Sosyolojik düşünce tarihinde kültür, farklı kuramsal bakış açıları
tarafından bütünleştirici ögelerle çatışmacı ögelerin kaynağı olarak ele alınmıştır. Yapısalcı yaklaşımın
kültüre ilişkin kuramsal çerçevesinin temeli yapısal dilbilim ile göstergebilimsel alandaki çalışmalardır.
Yapısalcılıkta kültürle dil birbirine benzeyen kavramlar olarak ele alınır. Yapısalcı yaklaşımda asıl odak,
bireysel insan bilinci değil, kültür sisteminin rolü ve kültür sistemi çalışmalarıdır. Bu anlamda,
kültürün, tıpkı dil gibi bütünlükçü bakış açısından okunması bu yaklaşımla mümkündür. Farklı bir
deyişle yapısalcı yaklaşım, kültürün dilde yaşadığı, geliştiği ve biriktiğini, dilin de kültürün hazinesi ve
bilincini oluşturduğuna vurgu yapar. Dramaturjik yaklaşımsa, toplumsal eylemi oyun metaforu
üzerinden anlatır. Toplumsal hayatı, sahnelenen bir dramaya benzeterek bireyleri bu oyunu
sergileyen aktörler olarak ele alır. Bu yaklaşım, oyunun gerçekleşmesinde bir arada tutucu motifler
üzerine eğilir.
KÜLTÜR VE İDEOLOJİ
İdeoloji ve kültür kavramları, ideal olanla gerçek olan arasındaki ilişkiyi sorgulaması bakımından
karşılıklı ilişki içerisindedir. Marksist perspektife göre ideoloji, içinde sınıf mücadelesinin verildiği bir
alandır. Kültür ise bu alanın en etkin unsurlarındandır. İktidar, yalnız ekonomik alana dayanmamakta,
kültürel unsurlar da önemli rol oynamaktadır. Marxsist bakış açısına göre, kültür kavramının ideolojik
kullanımının en net görüldüğü örneklerden biri Louis Althusser’in Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA)
kavramsallaştırmasıdır. Buna göre devletin kapitalizmin yeniden üretimini sağlamada iki tür sistemi
vardır: İlki, Devletin Baskı Aygıtları; hükümet, ordu, polis, hapishane. İkincisi Devletin İdeolojik
Aygıtları; eğitim, din, siyaset, sendika, basın-yayın. Bunlar ideolojik yeniden üretimi devletin işleyişine
bağlayan kültürel aygıtlardır
KÜLTÜR VE GELENEK
Gelenek kavramı, sosyal bilimlerde sık kullanılan ama üzerinde sistemli bir inceleme yapılmamış bir
kavramdır. Günlük dilde genel olarak, geçmişe ait pratik ve değerleri tanımlamak için kullanılan bir
sözcüktür. Oysa gelenek sadece geçmişle değil bugün ve gelecekle de ilgilidir (Glassie, 2002: 8-9). Bu
kavram, dinamik olmadığı ve toplumun değişen yapısını anlatmakta kullanılamadığı nedeniyle sosyal
bilimciler tarafından ihmal edilmiştir. Fakat gelenek ilk başta, geçmişi ve durağanlığı anımsatsa da
esasen dinamik bir kavramdır ve bugüne ve geleceğe ilişkindir. Küreselleşmenin tanımlanmasındaki
temel güçlüklerden biri ekonomik ve kültürel küreselleşme arasındaki bağlantıların kurulmasındadır.
Bir diğer güçlükse, küreselleşmenin gelenek ve kültürle olan ilişkisini kavramaktadır. Küreselleşmenin
çoğulcu söylemi içerisinde kültür ve geleneğin aslında bir zenginlik olduğu ve korunması gerektiği dile
getirilmektedir. Fakat aynı zamanda gelenekler bir seçime tabi tutulmakta ve küreselleşme sürecinde
hangilerinin korunması gerektiği bir sorun olmaktadır. Günümüz modern dünyasının düşünsel
SOSYAL BİLİMLERDE TEMEL KAVRAMLAR
Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 6
6
temellerini oluşturan Aydınlanma Felsefesi de bu tür bir bilgi anlayışına sahiptir. Modernliğin kurucu
düşünürü olarak tanımlayabileceğimiz René Descartes (1596-1650) bilgiyi, akıl sahibi varlık olan
insanla doğayı bir karşıtlık içinde düşünerek özne-nesne ilişkisi bağlamında kavramsallaştırmıştır
Modernliğin temel bir diğer düşünürü olan Immanuel Kant (1724-1804) ise insanı bilen özne olarak
kabul etmiş ancak onu mutlak bir bilme durumu içinde, tarihsel ve kültürel bütünlüğünden sıyırarak
soyutlamıştır. Bununla birlikte, bu egemen bilgi-varlık ilişkisi yaklaşımına, görece erken bir dönemde,
İtalyan düşünürü Giambattista Vico (1668-1744), doğanın bilgimizin nesnesi olamayacağına dair
önermesiyle karşı çıkmıştır. Özne-nesne karşıtlığına ilişkin yaklaşımı daha köktenci bir şekilde
eleştiren düşünür Alman filozofu Wilhelm Dilthey (1833-1911) olmuştur. Dilthey, modern felsefenin,
tarihten soyutlanmış bilen özne kavramına şiddetle karşı çıkar. Ona göre, bilgiye ulaşmak için sadece
akıl yeterli değildir. İnsan aklının yardımıyla, ama tarihselliği, gündelik yaşam içindeki üretimi, kısaca
varlığının bütünselliği içinde bilgiyi kurar. Özellikle Alman Tarihçi Okulu insanın, tarihinden ve
kültüründen ayrı değerlendirilemeyeceğini, bilginin sadece doğa bilimleri ve onlara özgü yöntemlerle
üretilemeyeceğini savunur. Bu nedenle, bilginin üretiminde doğa bilimleri kadar tin bilimlerinin
(Geisteswissenschaften) de aynı önemde payı vardır.
SİMGELERİN KAYNAĞI OLARAK KÜLTÜR
Kültür kavramının varoluş koşullarından birisi, sürekli olarak iletişime konu olmasıdır. Zira insanın
doğayı dönüştürerek ürettiği nesneler ve simgeler, ancak insanlar arasında sürekli bir gösterge ve kod
alış-verişi olduğu sürece var olabilirler. Bu sürekli simge alış-verişine iletişim adını veriyoruz. İletişimin
çeşitli biçimleri ve araçları vardır. Ancak bu çeşitliliğe rağmen, her tür iletişim göstergelerin dolaşımını
mümkün kılar. İster karşımızdaki kişiye basit bir göz kırpma hareketi yapalım ister dumanla ya da
elektrik sinyalleriyle kodlar gönderelim ister televizyon gibi kitlesel özelliği olan bir araçla milyonlarca
insan hitap edelim, özde aynı gösterge alış-verişi aracılığıyla anlam aktarmaya çalışırız. Göstergeler
kendilerinden başka bir şeye gönderme yapan eylem, nesne, kavram ve yapılar olarak
tanımlanabilirler. Göstergebilim, anlam taşıyıcısı göstergeler ve bunların nasıl düzenleneceğine dair
kurallar anlamına gelen kodları çözümlemeyi ve sistemleştirmeyi hedefler. 20.yy’da Fransız edebiyat
eleştirmeni, kültür kuramcısı Roland Barthes (1915- 1980), Saussure’ün izinden giderek, çağdaş
göstergebilimin temel kavramlarını ortaya atmıştır. Barthes’a göre göstergenin anlamlandırılması iki
düzeyde gerçekleşir: Her metin (nesne, kavram, imge, söylem de birer metin olarak kabul edilebilir)
yüzeyde herkesçe üzerinde uzlaşılabilir bir düz anlam, bir de bağlamına göre değişerek okurun
(göstergeyi çözümleyen her özne bir okur olarak kabul edilebilir) anlam dünyasına örtük bir şekilde
ulaşan yan anlamdan oluşur.
SANAT VE TOPLUM
Sanat eseri, belli bir tarihsel dönemde, belli toplumsal koşullarda, bir anlamda bunların simgesel özeti
sayılabilecek bir estetik bağlam inşa eder. Her sanat eseri, kendi çağının ve içinde üretildiği toplumun
özellikleri hakkında bize fikir verir. Bununla birlikte, her sanat eseri ya da etkinliği kendi toplumsal
bağlamında bile tek bir anlam taşımaz. Tersine, her sanat eseri o toplumda yaşayan her birey için ayrı
bir anlam taşıyabilecek kadar çoğul anlama gelebilir. Ayrıca, bir insanın çeşitli zaman ve durumlardaki
ruh hâllerine göre, sanat eseri alılmaması da değişkenlik gösterebilir. Sanat eserinin alımlanmasında
en önemli kavramlardan bir tanesi Fransız toplumbilimci Pierre Bourdieu’nün (1930-2002) ortaya
attığı kültür sermayesidir. Buna göre, toplumsal eylem sadece ekonomik sermayenin belirlediği
hiyerarşilere göre yapılanmaz; aynı zamanda kişilerin kültür birikimi ve bunu toplumsal konumlarının
gereklerine uygun olarak en iyi şekilde seferber edebilme becerisi de önemlidir. Hatta Bourdieu’ye
göre, kültüre sermayesi olarak adlandırılan bu edinim ve beceriler toplamı, kimi zaman ekonomik
sermayeden bile belirleyici hâle gelebilir. Zira toplum, sürekli yeniden yapılanan alanlardan oluşur.
KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜR
Küreselleşme, öncelikle ekonomik temelli bir olgu olarak ele alınmalıdır. Böylece bu ekonomik
dönüşümün kültürel, toplumsal ve siyasal etkileri daha iyi çözümlenebilir. Küreselleşme kavramının
SOSYAL BİLİMLERDE TEMEL KAVRAMLAR
Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 7
7
vurguladığı küresel düzen, her ne kadar tarihsel olarak eskilere dayanıyor gibi görünse de
küreselleşme ile 16. yy’dan itibaren süregelen denizaşırı bir ticaret sistemi olan dünya ekonomisi
arasında fark vardır. Küresel ekonomiyi, dünya ekonomisinden ayıran şey, iletişim ve ulaştırma
teknolojilerinin gelişmesiyle parça başına üretimin dünya ölçeğinde yapılıyor olmasıdır Küreselleşme
aynı zamanda standartlaşmış kültür ürünlerinin dünya ölçeğinde yaygınlaşmasına ve bu sayede ortak
bir yeme-içme, giyinme, eğlenme, kısacası ortak bir beğeninin oluşmasına zemin hazırlar. Bu da belirli
markaların dünyanın her yerinde bir beğeni ölçütü olarak tüketilmesi olgusunu beraberinde getirir.
Bu olgüya en iyi örnek, tüketim yazınında da kavramsallaştırılmış olan McDonald’s zincir
restoranlarıdır. George Ritzer’in Mcdonaldslaştırma (Ritzer, 2001: 198-218) dediği bu olgu, dünyanın
hemen hemen her yerinde var olan bu restoranın, yeme içme beğenileri dışında da tüm kültürel
pratikleri de standartlaştırması anlamına gelir. Bu durumun diğer örneklerini jeans, t-shirt, kola gibi
kültürel ürünlerin dünyanın her yerine hatta kasaba ve köylere kadar yayılması oluşturur. Ulaşım ve
iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte, dünya üzerinde farklı yerlere seyahat edebilme, farklı
yerler hakkında enformasyon edinebilme kapasitemiz önemli derecede artmıştır. Eskiden bir yerden
bir yere gitmek günler ve belki de aylar sürerken bugün dünyanın herhangi bir noktası bizim için
yalnızca saatlerle ifade edilebilecek uzaklıktadır/yakınlıktadır. Bu sayede uzaklık ve yakınlığın, zaman
ve mekânın anlamı, birbirleriyle olan ilişkisi dönüşmüştür. Böylelikle dünya üzerinde yaşanan, hatta
yaşanmakta olan her olayı takip etmemiz, farklı ülkelerden insanlarla iletişim hâlinde olmamız
mümkün hâle gelmiştir. Bu durum bireysel etkileşimleri artırdığı gibi, toplumların küresel düzenle
bütünleşip dünyaya açılmasına, toplumsal hareketlerin örgütlenebilmesine, farklı kimliklerin seslerini
duyurabilmelerine ve yeni kültürel bileşimlerin ortaya çıkmasına olanak tanımaktadır Kültür
endüstrisinin ürünleri, ister müzik, resim ister tiyatro veya edebiyat olsun, her biri aynı sistemin
ürünleridirler; bireye aynı mesajı iletirler. Bu açıdan bakıldığında kültür endüstrisi, ortak bir kültür
yaratan bütünleşik bir sistemdir. Dolayısıyla popüler kültür, o toplumda yaşayan bireylerin
oluşturduğu ortak bir yapma/bilme düzleminin ifadesi olmaktan çok, bizzat kültür endüstrisi
tarafından işlenen bir kültürel ürünler bütünü olarak görülebilir

2.Ünite – Ekonomi

EKONOMİK DÜZENİN SOSYOLOJİK ANALİZİ
Sosyolojide, ekonomik düzenin farklı yönlerine odaklanan üç farklı yaklaşımdan bahsedebiliriz.
Bunlar: “Fonksiyonalizm”, “Çatışmacı Yaklaşım” ve “Sembolik Etkileşim Yaklaşım”dır
Fonksiyonalist Perspektif: Fonksiyonalist teoriler, daha çok toplumda istikrarın nasıl sürdürüleceği ile
ilgilenirler. Fonksiyonalistlere göre toplumsal istikrar, aşağıdaki gerekler ve fonksiyonların yerine
getirilmesiyle sağlanabilir:

Malların ve Hizmetlerin Dağıtımı: Fonksiyonalistler, serbest piyasa ve kâr arayışını öne çıkartan
kapitalist sistemin, malların ve hizmetlerin dağıtımı ile üretimin teşvikini yeterince iyi sağladığına
inanırlar. Eğer yeni bir hizmet ve ürün için bir piyasa (talep) var ise bazı girişimciler büyük bir
memnuniyetle onu keşfedecekler ve sonra ondan kâr elde edeceklerdir.
Gücün ve Zenginliğin Üretimi: Fonksiyonalistler, ekonomi ve siyasal kurumlar arasında yakın bir ilişki
olduğunu iddia ederler. Onlara göre bu ilişki, toplumun kaynaklarının yönlendirilmesinde etkinliği
artırır. Örneğin, kapitalist toplumlarda, ekonomik başarı bireylerin zenginleşmelerine ve bunu güce
dönüştürmelerine imkân sağlar. Güç bireylere hükümetleri etkileme imkânı verir; bu da yeni yatırım
alanlarının bulunmasına yol açar. 19. yüzyılın “soyguncu baronları” ekonomik ve siyasal gücün nasıl
bir arada yürütülebileceğini göstermişlerdir.

Yenilik: Fonksiyonalist perspektife göre kapitalist toplumlar, sürekli yenilik içinde oldukları için
çevrelerindeki değişime daha iyi uyum sağlamışlardır. Bunun sebebi ise işletmelerin yeni hizmetler ve
ürünler önererek müşteriler için sürekli rekabet hâlinde olmasıdır.

 

YORUMLAR
  Değeri bilinmeyen 15 icat
Değeri bilinmeyen 15 icat