18.10.2017 / 11:18

Abdullah AYAN

Tuz deposundan Taş Bina' ya -34- (Varlık Vergisi yılları, Dimitri olmanın bedeli)

İlyas Halil savaş yıllarına denk gelen çocukluğundan başlayarak ayrıldığı 1960 ihtilal günlerine kadar yaşadığı köyün kasaba ve kent olma sürecini gözleyerek, yaşayarak anlatan yeri ve önemi tam olarak kavranmamış zamanın ilerisinde bir sanatçı...

Azınlık olarak nitelendirilen ailede büyümesi yazdıklarına ilham veren iç mekan yanında, dış çevreyi de farklı algılayıp bize nakletmesini sağlar. Bu yönüyle Mersin eksenli tüm öyküleri aynı zamanda bir dönemin kent tarihini de yansıtacak özelliklere ve öneme sahiptir.

Halil' in diğer sanatçılardan farklı evrensel bir dili benimsemesi, öykülerinde yer verdiği farklı etnik kimliklere sahip kahramanlar gerçek adlarıyla da değilse bile kenti bilen herkesin aşina olduğu, ete kemiğe bürünmüş, dokunanın elini tutacak kadar canlıdır tümü...
Önceki bölümde özetleyerek paylaşmaya çalıştığım 'Karaborsacı Nesim' öyküsünü ve o öyküdeki dramı ancak içselleştiren İlyas Halil dışında hangi ruh hali yansıtabilirdi ki?
Yazı dizisinin o bölümünü okuduktan sonra bana gönderdiği nottaki şu cümleler ancak o yıllara tanıklık etmekle kalmamış, içselleştirmiş bir sanatçının gözlemlerinin önemini ortaya koyar:

"Türk ekonomisini savaşın en kötü yıllarında öldüren varlık vergisi bir bakıma Musevilere can verdi, kanat taktı. Kendi ülkelerini buldular.
Öyküde sözünü ettiğim şahıs hala yaşar içimde. Kanun Musevilere cennetin yolunu gösterdi..."
Varlık Vergisi dönemi Mersin özelinde yaşananları, azınlıklar başta olmak üzere Türk tebaası dışındakilere salınan altından kalkılması olanaksız ağır yükleri epeyi detaylı araştıran biri olarak o günlerde tüm çabalarıma rağmen adını resmi listelerde bulamadığım Nesim' in gerçek adıyla olmasa da,bir başka kimlikle yaşadığını gösteriyor.
Halil' in kitabında yer bulan acı dolu öyküsü nice Nesim' lerin, Naim' lerin başına gelenlerin hayalden öte, Miskavi veya Gandur gibi zamanında Mersin' e damgasını vurmuş iş adamlarının bir gecede altından kalkamayacakları yükün altına sokulmasının gerçek öyküsü günün birinde yazılır mı?
Bilemem...

Bildiğim bir şey var; savaş yıllarının, acıları ve dramlarıyla günümüzde, özellikle de günümüz Mersininde bırakın konuşulup tartışılmasını, hiç bilinmediği hatta travmatik biçimde hafızalardan silindiği gerçeği...
Plaza Dona Elvira kitabında Varlık Vergisi dramları 'Karaborsacı Nesim' den de ibaret değil.
Bir başka öyküde 'Berber Dimitri' yi anlatacaktır Halil...
**
"Serazad günlerim kısa. Çocukluğum rüzgârda duman. Dağılıp gitmişti bir anda. Heyecanın sürmesini, bir iki saat daha çocuk kalmayı isterdim. Olmadı. Hiç olmayacaktı herhalde.
(...)
O kış Mürşide Hanım' ın anaokulu bitmiş. Bir kaç harf, üç beş sayı öğrenmiştim... Merak kafama yüreğime doldu. İlk oyuncağım oldu. Sonra beni bırakmayan gölge...
(...)
Tavşandım, koşacaktım. Güvercindim, uçmayı deneyecektim. Koştuğum toprak dedemin dedesinden kalmıştı bize. Dedem babam bu toprakta yürümeyi öğrenmişti. Ben keçi koşmayı becerecektim. Bahçenin üstü mavi gök, toprağımızın bir parçası.
Dedemin babası kırlangıç olmuş, uçmuştu bu gökte. Dedem güvercin, hep evin etrafından uçup durmuştu bizim mavide.
Evde iki kuyu. Kar soğuk suyu. Yazın karpuz atardık. Ağzımda kızıl bir sıvı. Karpuzu yerken. Dört kuşak yedik karpuzu. Kuyu bizim. suyu dört kuşak bizim. Kendi bulutumuzdan gelirdi.
(...)
İlk defa sevinmeyi tattım. Ellerim kollarım sarmasını, kucaklamasını bildi. Gözlerim gördü. Burnum koku aldı. İsteyince büyüyecektim. Dileyince çocuk. Ağlayınca üzüntüsüz ağlayacaktım. Sevinmek, dedim, çocuk olmakmış...
Çocuk olmayı annem öğretiyordu.
Karanlıkta görmeyi. Yağmur altında oynamayı.
Ancak oyun bitince ıslandığımı görünce seviniyordum. Çocuktum.
**
Bir sabah uyandım. Işık çeşmesi akmaz. Ortalık karanlık.
Babam "Evi satıp buradan gidiyoruz" dedi.
İkinci askerliğinden yeni gelmişti. Uzun bir süre uzak kalmıştı evden. İki yıl berber dükkanı kapalı. Paramız bitmişti.
"Nereye gidiyoruz?" dedim.
"Bilmiyorum" dedi babam. "Bir daha varlık vergisi vermeyeceğimiz bir yere."
"Varlık Vergisi nedir?" dedim.
"Adı Dimitris olanların ödediği vergi" dedi.
**
"Baba" dedim, "bilmediğin yere gitmek zor değil mi?"
"Çok zor" dedi. "Ne yapalım, burada evsiz barksız kalmaktan daha kolay."
Evi bahçeyi satmamız gerekti.
Yıl 943 idi. Ev ve bahçe elimizden çıkmıştı, babamın adı yüzünden.
"Baba" dedim, "baban Kosta sana başka bir ad takamaz mıydı?"
Dedemin babama neden bu kadar pahalı bir ad verdiğini bir türlü çözemedim. Oysa babam berberdi, zor geçinip gidiyorduk."
 

 
YORUMLAR

Yazarın Diğer Yazıları

>> Yerel seçimler ve Mersin ittifak denklemleri... - 30.11.2017
>> Seçimlere doğru ittifaklar, Mersin özelinde durum... - 24.11.2017
>>  Tuz deposundan Taş Bina' ya... -41- (Akkahve işletmecisi Hasan' ın öyküsü) - 20.11.2017
>> Seçimlere doğru umumi manzara... - 16.11.2017
>> Tuz deposundan Taş Bina'ya -40- (Tek tipleştirmeye karşı çok renkliliğin hikâyesi) - 15.11.2017
A24 Yazarları
Recep Ali AKSOYLU Ahmed KAYMAK
Kitap israfına şimdi de EBA mı eklendi
Tüm Yazarlar