Mustafa CAN

20.05.2015 / 14:37

Mustafa CAN

Yakın Türkiye Tarihine Duygusal Bir Bakış (1970-2010)

Değişen ve dalgalanan duygularıyla, Yakın Türkiye tarihine devam…

1970’li yıllarda bizim üzerimizde oynanan oyunları artık kimin düzenlediğini biliyoruz. Solculara göre Amerika, sağcılara göre Rusya.

Kavgalarımız önce yumruk ve sopalarla, sonra bıçaklarla, son olarak da silahlarla hızla devam ediyor. Bu yıllara kadar silah kullanmayı pek de bilmeyen Türkiye çatışmalarda, önce pencereden bakan teyzeyi, kenardaki simitçiyi, durakta bekleyen öğrenciyi vurarak başlıyor. Sonra kendini geliştirerek gün içinde yüzleri bulan rakamlarla birbirini, kendini öldürüyor. Tüm Türkiye bölünebildiği en küçük parçaya kadar bölünüp ötekileşiyor. Bu bölünmeyi Karaoğlan’ın Kıbrıs Zaferi bile engelleyemiyor.

Herkesin biraz moda olduğu için biraz da korkudan arkadaş sohbetlerine “Tamam kardeşim, ben de eşitlikten yanayım, ben de biraz sosyalistim ama...” diye konuşmalara başladığı zamanlar. Gazetelerimiz ileri teknoloji ve renkli, çatışmaların kanlı görüntülerini bastıkları, var olmasına yeni yeni alıştığımız margarinlerin, benzinin yokluğunu uzun kuyruklarla anlattıkları dönemler. Fakir ama gururlu Türkiye, Kıbrıs savaşından sonra kendine ambargo uygulayan Amerika’yı üstleri kapatmakla tehdit ettikten sonra “Para ver kapatmayalım.” diyecek kadar değişmiştir artık.

Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen karmaşanın, ölümlerin bir gecede sonlanmasıyla başlıyor 1980’li yıllar ve Türkiye’nin tüm çehresi biraz da geç kalmışlık duygusuyla batıya doğru dönüyor. Türkiye’nin paraya, çalışmaya, işe, yeni olan her şeye, bilgiye aç olduğu dönemler. Bu bilgiye olan açlık yüzünden film artistlerimizin, jönlerin hemen hepsi mimar ve mühendisler.

Hülya Avşar, İbrahim Tatlıses, Bülent Ersoy, Banu Alkan, Serpil Çakmaklı gibi rol modellerimizle, video kasetlerle, nasıl giyineceğimizi, nasıl yaşayacağımızı, nasıl sevip nasıl nefret edeceğimizi yeniden öğreniyoruz. Ötekileşme sağ ve sol gibi genel kavramlardan çıkıp daha da bireyselleşiyor. Artık hayatımıza kıskançlık giriyor. Kızlarımız artist olmak için en çok bu yıllarda evlerinden kaçıyor. Paranın emek ve özveriyle kazanıldığı bilgisi bu yıllarda eskiyip yerine fırsatlar, hırslar; yani kapitalizmin arsız yüzü belirmeye başlıyor. İlk bu yıllarda başlıyor kolej sınavlarına kazanmak için yan komşunun çocuğundan daha iyi olmamız gerekliliği. Dijital dünyanın ilk sinyalleri de atarinin çocukları sokaktan eve çağıran reklamlarıyla bu zamanlarda başlıyor. Bilgisayarın çok önemli olduğunu bildiğimiz ama neden çok önemli olduğunu henüz anlayamadığımız dönemler...

1990’lı yıllar teknoloji düşkünlüğümüzün gittikçe arttığı yıllar. Henüz kaset teyp ve Wolkmen seviyesinde de olsa müzikle ilişkimiz de gittikçe gelişiyor. Biz 70-80’lerde öğrendiğimiz milliyetçiliği sindirmeye çalışıp ulusalcılıkla ilgili ciddi düşünürken, global dünyayla burun buruna geliyoruz.

Rusya’nın dağılması, “Vay dünyada bir sürü Türk varmış.” neşesi ve şaşkınlığı ile Türki cumhuriyetlerle tanışmamız, renkli televizyon, cep telefonu, internetin keşfi, 256K modem sesi bu yıllara rastlar. Türkiye’yi gezme hayallerinin yerini yavaş yavaş yurt dışı tatillerinin aldığı zamanlardır bu zamanlar. 80’li yıllardaki solcu bayrağından kızıl yıldızı çıkartıp yerine meşale koyan bir örgüt bizi bambaşka bir ötekileştirmeyle tanıştırır. Artık sol ve sağ karmaşasının yerini Kürt Türk çatışması almaktadır.

Uluslararası siyasetin, Dolar-Mark çekişmesinin Türkiye’deki yansımasına; aynı zamanda Amerikan vatandaşı Tansu Çiller’le Almancayı ana dili gibi konuşabilen Mesut Yılmaz arasındaki çekişmeye de çok yakından tanık oluruz. Türkiye’nin az da olsa parası vardır. Artık bilgisi de vardır. En çok yeni fikirlere, yaratıcılığa ihtiyaç duyar. Bu dönemim film artistleri, aktörleri sanatçı rollerindedir.

İrtica hala en korktuğumuz şey, askeriye ise en yüksek güven duyduğumuz kurumdur. Darbesiz başlayan ilk on yılımız olmasının şaşkınlığı çok uzun sürmez. 1993 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı, Ekonomi Bakanı Adnan Kahveci’yi, Orgeneral Eşref Bitlis’i, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ı, bağımsız gazeteci Uğur Mumcu’yu üzerinden hala tartışmalar olan ölümlerle kaybederiz. Sivas olayları, 33 silahsız askerin kurşuna dizilmesi gibi toplumumuzu derinden yaralayan olaylar da bu yıl gerçekleşmiştir.

Hem karmaşanın çapının büyüklüğünden hem de bir önceki on yılda siyaset yüzünden çok canımız yandığından, biz daha çok kendimize odaklı geçiririz bu yılları. Entelektüel yalnızlıklar, kadın erkek eşitsizliği, şehir hayatının nasıl da yorucu olduğu gibi konular daha çok ilgimizi çekmektedir. 80’li yıllarda sadece Almancıların altında gördüğümüz arabalar, yavaş yavaş hayatımızın içine daha fazla girmeye başlamıştır. Filmler artık dünya sinemalarıyla aynı tarihte Türkiye’de de vizyona girebilmektedir.

2000’li yıllarda, Türkiye’nin başına kurulduğundan bu yana en korktuğu şey gelir. İrtica seçimleri kazanır. Kendini Türkiye’nin korkulan azınlığı olarak gören insanlar, aslında hiç de korkulacak bir şey olmadığını anlatma çabalarıyla Türkiye siyasetinde itinalı demokratik davranışlarla baş gösterirler. Özal’dan sonra tek başına iktidar olmanın, koalisyonların siyasi çatışmalarında enerji kaybetmeden kararlar alıp uygulamanın gücüyle büyük projeler baş göstermeye başlar. Gittikçe güçlenen muhafazakar tarafımız... Bizi “öteki” olarak görüyorlar diye başladıkları siyasi söylemlerine “Ötekiler” böyle yapıyor şeklinde devam ederler.

Ötekileşme, farklılaştırma sabittir, aktörleri sıklıkla değişir. Şimdiki farklılığımızın kaynağı dini nasıl yaşamayı tercih ettiğimizdir.

Türkiye bilindik siyasetine hızla geri döner. İtinalı demokratik davranışların, yukarıdan bindirmeli kararlara dönüştüğü. siyasetçilerin tekrar baba rolüne bürünüp çocukları/halkı için kararlar aldıkları bir ülkeyizdir tekrar.

Türkiye artık bilgiye sahiptir, yaratıcı fikirleri de vardır, en çok ihtiyaç duyduğu şey karar vericilerdir. Bu dönemin jönleri, aktörleri filmlerde dizilerde CEO ve yönetici rolleri oynamaktadır.

Dünya ve Amerikan siyaseti dağılan Rusya’dan sonra dikkatini Orta Doğu’ya verir ve Türkiye artık Orta Doğu’nun rol modelidir. Ağırlıklı Orta Doğu’da olsa da uluslararası arenadaki prestijimizin artması özgüvenimizi tazeler. Artık global dünyanın parçasıyızdır ve tüm Türkiye bunu çok normal karşılar.

2010larda Tüm dünyayı anlamaya hazır olan Türkiye değişen tüm duygularına, hayat tarzına rağmen bir tek kendi içindeki farklılıkları anlamak için çaba sarf etmez.

Biz kelimesini bir grubu tarif etmek için değil, Türkiyeyi tarif etmek için kullanacağımız yıllara...

 
YORUMLAR

Yazarın Diğer Yazıları

>> Yakın Türkiye Tarihine Duygusal Bir Bakış (1930-1960) - 20.05.2015
A24 Yazarları
Recep Ali AKSOYLU Ahmed KAYMAK
Kitap israfına şimdi de EBA mı eklendi
Tüm Yazarlar