09.10.2017 / 10:15

Abdullah AYAN

Tuz deposundan Taş Bina'ya -32- (Pozcu salça imalathanesinde bir ozan)

İlyas Halil' in altmış yıllık Mersin med-cezir çarpıntıları, hayallerle gerçeklerin birbirine karıştığı hüzünlere bürünmüş yaşamı, her öyküde farklı kahramanlarıyla bambaşka sahnelere taşır bizi:
"Gençliğimin şaşkın yılları... Mersin' de parasız,  pulsuz... Sabahları üzgün uyanır, "Yine mi?" demeden pencereyi açardım.  Dışarısı düğün dernek... Dünya, çıplak kız, güzel... Sevmenin tadı ağzımda zencefil kekreydi.
Alışkanlık olmuştu bende, nefes almak kadar... Bir gün karşıma esmer bir kızın çıkacağını biliyordum. Islık çalıyor, kızın geleceği günü bekliyordum.
Esmer kıza "Sana ayyaşım" diyecektim. Liseyi bitireceğim yıldı. Adım şaire çıkmış, para Rufailere karışmıştı. Bir yere çırak olmak istiyordum.
Haziran ayı, sabah güneşinin altı mavi, üstü mavi... İki göğüs arasından kızıl gül açardı güneş her sabah... Öğleye doğru sarı gül kokardı güneşte çalışan kızlar...
(...)
(...) Babam, "Oğul" dedi bana bir sabah "Para pul için ne yapacaksın?"
"Gökyüzünde güneş, denizde su yetiyor" dedim. "Çiçeklerde bir esmerin karanfil kokusu aradığım" dedim.
"Esmer kız belki değişik şeyler bekler" dedi babam. "Güzeline sorarsan iyi edersin. Para, iş umuttur. Yarınsız yaşayamazsın."
Sokrat yanı başımda... İkimiz babama baktık. Utanmasam babamın dediğine gülecektim. Sokrat "Gülme" dedi. "Ola ki haklıdır, İskender Efendi."
(...)
***
O hafta babam bana Şevket Pozcu Domates Salça İmalathanesi' nde* iş buldu. Günlüğüm bir lira... Haziran sıcağında, ateş başında babamın domateslerini kaynatacaktım. İskender Efendi imalathanede ustabaşıydı.
***
Onsekiz yaşındaydım. O yıl hâlâ uçurtmalarım havada, kâğıt kalem elimde... Haziranı portakal soyacak, dilim dilim ısıracaktım, aklım sıra... Esmer kızın yanak kokusu burnumda, esmer kızı arayacaktım. Avare olmanın tadını sevmiştim bir kez. Yoksul kalmaya razıyım, bir de o esmeri yanı başımda bulursam...
***
Her sabah alacakaranlıkta yola çıkıyor, iki saat kilometreleri yürüyorum, haziran güneşi altında... Yazacağım şiirleri düşünüyor, şiirlerime girecek kız arıyordum.
(...)
Domates kaynatıyordum, kaynar kazanın başında, haziran güneşinin altında... Günlerim kıtlama çaydı ağzımda... İstediğimi tadıyor, istediğim kızı içiyordum. Dilimde eli, ayağı, yüzü kırıntı kırıntı eriyordu. "Yeşil çağla sen... Kokun, tadın her dem ağzımda" diyordum.
(...)
***
Denizdi, masmavi duruyordu, yanı başımda... "Gel" dedin. Sen su, seninle ıslanacağımı sandım, elini tutunca, sana dokununca... O yaz şiirle dolu geçti. Okula döndüğümde Haydar Hoca bize edebiyat öğretmeyecek, kıtlama çay içmeyi gösterecekti.
***"
Altmış yıl sonrasında aynı öyküde mola verecek ve şöyle anlatacaktır çıktığı son limanı:
 
"Yine bir haziran ayı, altmış yıl geçmiş aradan, güneyinde Toroslar' ın... İş bitmiş, işsizlik bitmiş, yıllar kanat takmış, kırlangıçlar hep uçup gitmişti.
İskender Efendi' yi aradım. Ancak sesini buldum kulağımın içinde... "Haziranın odun ateşi kül şimdi, temmuz güneşi kokusuz gül şimdi... Yalnız esmerin ağustos gözleri kalmış içinde, umut doldurmuş yüreğini... O gün kızmamalıydın bana" diyordu.
İskender Efendi' nin uzaklara gittiğini hüznümden bildim.
***
(...)
"Ben seni tanıyorum" dedi. "Şiirleri yazdığın kızım ben, arkasından bakakaldığın kız da ben... Karşındayım işte..."
Bir otelin onbirinci katı... Önümüz deniz... Giden yıllarımı genç kadında arıyorum.
"Hoş gör" dedim. "Bugün onsekizimde olmam güç, ayaklarına, dizine, mini eteğine bakınca, yüzüm kızarınca..."
***
Şimdi olduğumuz yerde, deniz vardı. Sen vardın o gün, dalındaydın. Ben vardım, çocuk... Şimdi olduğun yerde, yine olmanı istiyorum. Saçlarında biraz gümüş, uzakta eski yıllarımızdan bir kaç avare  martı, yüzümde esmer bir ışık... Seninle sabaha kadar sohbet edince, uykusuz kalmak o kadar güzel ki...
(...)
Altmış yıl geç kaldık. Şimdi nasıl anlatacağım? O gün kolay olurdu. Onsekiz yaşımdaydım. O günler kekemeydim, yalnız ellerimle anlatabilirdim şiiri sana...
(...)
Yüzün... Yarındı yüzün... Gözlerinde pazartesi ışığını gördüm. "Adın Eva" dedim. "Havva olsun istersen... Elimi uzatsam yarını bulurum, gıdıklanır bir yerinde... Adını mırıldanınca, bir sıra yarınlar başlar içimde..."
(...)
Milo Köyü' nden sen... Nasıl bilecektim ki, Mersin' deydin iki kez benimle..." **
 
* Öyküde geçen Şevket Pozcu salça imalathanesi iş adamı Şevket Pozcu' ya aittir. 1891 doğumlu Şevket Pozcu Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında müteahhit olarak faaliyet gösterir. İlk uçak fabrikasını kuran Nuri Demirağ (Demirağ soyadını demiryolu müteahhitliği nedeniyle kendisine Atatürk vermiştir) ile ortak Doğu Anadolu demiryolu projesini üstlenir. Dünyanın dört bucağında çeşitli girişimlerde bulunduktan sonra 1938 yılında Mersin' e yerleşir. Bugün Pozcu semti olarak anılan bölgede bin dönüm arazi satın alarak zamanına göre inanılmaz servet olarak görülen 2 milyon sarfıyla modern bir çiftlik kurar.Çiftlikte narenciye yanında her çeşit sebze meyve yetiştirmeye başlar. Türkiye' de ilk ve belki de tek portakal şarap tesisini çiftlikte kurup ilk portakal şarabını İngiltere' ye yapar. Bununla da yetinmez, narenciye kokulu sabun yanında elde edilen limonun bir kısmını sıkıp şişeleyerek piyasaya verir.
Dönemine göre 500 ton narenciye üreten çiftliğiyle bölgenin en büyüğüdür ancak işler istediği gibi yürümez. Bir süre sonra kredi borçları nedeniyle bankalar haciz işlemi uygular ama devasa çiftlik arazisini tek başına alacak kimse de çıkmaz.
 
Tuz deposundan Taş Bina' ya yazı dizisinin 12. bölümünde İlyas Halil' in Nuri Abaç' la tanışmasını kendi ifadeleriyle naklettim. Halil, Pozcu çiftliğinde çalışan babasının kendisine verdiği 5 bin liralık Pozcu arsasını değerlendirmek için 1954' te Mimar Nuri' nin ofisine gittiğini dramatik biçimde anlatır.

** Kıtlama Çay öyküsü (Chagall Yıllarım kitabı 2008) 

 
YORUMLAR

Yazarın Diğer Yazıları

>> Yerel seçimler ve Mersin ittifak denklemleri... - 30.11.2017
>> Seçimlere doğru ittifaklar, Mersin özelinde durum... - 24.11.2017
>>  Tuz deposundan Taş Bina' ya... -41- (Akkahve işletmecisi Hasan' ın öyküsü) - 20.11.2017
>> Seçimlere doğru umumi manzara... - 16.11.2017
>> Tuz deposundan Taş Bina'ya -40- (Tek tipleştirmeye karşı çok renkliliğin hikâyesi) - 15.11.2017
A24 Yazarları
Recep Ali AKSOYLU Ahmed KAYMAK
Kitap israfına şimdi de EBA mı eklendi
Tüm Yazarlar