17.08.2017 / 11:35

Abdullah AYAN

Tuz deposundan Taş Bina' ya -19- (İlyas Halil' in düşler kenti)

Bundan sonra onun içtenliği ve okur üzerinde bıraktığı etkiyle bir başka anlatan çıkar mı, bilemem! Ama bildiğim bir şey var. Bugüne kadar, hiç kimse İlyas Halil kadar, tüm ayrıntılarını kuyumcu titizliğiyle mücevher niyetine işleyip gözler önüne sermedi Mersini...

Boyansin Ramazan kitabındaki öykülerinden alıntılarla sürdürelim onun rehberliğindeki hayal yolculuğunu:

"Fransız kolonyal stili, ortası gökyüzüne açık, Mersinin eski adliye yapısı*, 1953 yılının yazında, her sabah 120 boz kumru, onyedi yargıç, üç düzine kara giysili avukat ve köylülerle dolar boşalırdı. Öğleden sonraları, gölgeler uzayıp yapıdan el ayak çekilince, Yusufçuk kuşlarının sesleri boşlukta yankılanır, ortalığı hüzün kaplardı. O günlerde, ak yüzlü, yeşil pancurlu bir yapının önündeki Ziraat Bankası' nın daracık sokağından, denizin küçük bir kesimi görülür, gündüzleri bellerine kadar suya batmış mavnalar, gebe inekler gibi sallanarak açıkta duran vapurlara pamuk, tahıl taşırlardı. Geceleri ise deniz, sütlü bir göle dönerdi." **(...)

Kitaba adını veren Boyansin Ramazan öyküsünde bu kez elimizden tutar, Uray Caddesinden Gümrük Meydanına götürür bizi. Sonradan el birliğiyle ve hepimizin gözleri önünde katledilirken hiç birimizin sesini çıkarmadığı o bir zamanların kent sembolü meydanını bakın nasıl anlatır:

"(...)

Bir süre sonra babamın yüzü giderek tatlılaştı. Azakzadeler İşhanı' nın önünde kurabiye, mamul satan İbrahim' i gösterdi. "Bu adam var ya!" dedi. "Dünyanın en nefis mamullerini, kurabiyelerini yapar."

Sonra, o an için hiç beklemediğim bir şey yaptı. "Kurabiye yemek ister misin?" dedi. Her zaman böyle bir fırsat elime geçmezdi. Beyaz çocuk dişlerimi göstererek sırıttım. "Dönüşte pastaneden kremalı pasta alırsak olur mu?" dedim.

Sözünü ettiğim pastane Gümrük Meydanı' nın tam ortasındaydı. Kentin en güzel şeyleri hep bu meydana bakıyordu. Konya Pazarı' nın vitrinlerinde oyuncaklar sıralanmıştı. Pastanede ise pastalar... Boyansin Ramazan benim gibi, can sıkıcı sorular sormasını bilseydi, belki onun da babası ona oyuncak alırdı. Belki de sonunda boyacı olmazdı. (...)
...
Bir yaz akşamı arka bahçeye açılan çimento sahanlıkta yemek yiyorduk. Babamla Avrupa' da süregelen savaşın son durumunu konuşuyorduk. Daha doğrusu annem soruyor, o yanıtlıyor, ben de dinler gibi yapıyordum. Aslında yemekten sonra sofraya getirilecek fıstıklı baklavayı bekliyordum. Babam birden sözü değiştirdi.. "Rum Kilisesi ile Vali Konağı arasındaki çardakları kent parkına çevirecekler.***" dedi. Annem "İyi olur belki!" diye yanıtladı. "Çardaklardan kurtulacağız."

Babama "Peki!" dedim. "Senin ayakkabılarını kim boyayacak?" Babam sorumu duymazlıktan geldi. Bense Boyansin Ramazan' ı düşünüyordum.
Kışın ağzındaydık. Bir pazar günü, ilk kez uzun pantolon giymiş, sinemaya "Baytekin Yeni dünyalarda" filmini görmeye gidiyordum. 177. sokağın başına çıkınca çingene çadırlarının cayır cayır yandığını gördüm. İlk kez bir yangın izliyordum. Bir süre kızıl alevlere gözlerim takıldı. Sonra sinemaya yöneldim.

Babamın bize anlattığına göre, Valimiz çingenelere çok insancıl bir yaklaşım göstermiş. Çardakları yanan boyacılara, kalaycılara, dilencilere, "üzülmeyin siz!" demiş. "Sizler de bu toprağın, bu vatanın insanlarısınız. Gelecek yılbaşında gelin, beni görün, o zamana kadar belki size çardaklarınızı kuracak daha güzel bir yer gösterebilirim"****

Gün gelir, yad ellerde hasta yatağındaki emekli Fuat' ın düşlerine giren Mersin' i anlatır:

"(...)


Gözlerini kapattı. Mersin, ılık deniz mavisi, sarı civciv güneşi, binbir renkli çiçekleri ile gözlerinin önündeydi. "Memleket dedin mi böyle olmalı" dedi. Ağustos ayı Mersin' de dört ay sürer. Yaz, Rum kilisesinin önünde aile bahçesinde başlar, hava limon kolonyası kokardı. Pazar çanları çalınca gökyüzünde konfetiler belirirdi. Çanların sesine koşan ak kumrular, güvercinler kaplardı havayı. O zamanlar deniz kilisenin dibindeydi. Denizdeki martı sesleri ile havadaki kumruların kanat çırpışları birbirine karışır, kişinin içine sevinç dolardı.

Yaseminlerin sokaklara taştığı, saç dağıtan Haziran rüzgarlarının estiği ılık ikindileri düşündü. İçi depreşti. Ciğerlerini yasemin, ful kokuları doldurdu. Bakkalın arkasındaki gazozcu kulübesinden ıslak talaş buharı, büfeden yanık peynir sucuk, tost kokuları yayılıyordu. Güneş Sineması' na doğru hurma, palmiye ağaçları sıralanmıştı. Caddeye baktı. Ortalık liseli, kolejli öğrencilerle kaynaşıyordu. Ayten' i Aysel' i, Sevgi' si, Sevda'sı, Peri' si, Perihan'ı hep oradaydı. Franko, Mari, Eleni kol kolaydılar, gülüyorlardı. Bıçak gibi ütülü, ak keten pantolon giyip, peşlerinden gitmek istedi, önü ıslak pijamalarına baktı. Aniden nerede olduğunun ayrımına vardı.

Daha sonra, eline para geçer geçmez, çarşıya keten almağa koşmuştu. "Keten yok!" dediler. İkinci dünya savaşı yeni bitmişti. Manifaturacılar keten için, "gelecek yıla gelir inşallah" diyorlardı. Gelecek yıl bir türlü gelmemişti.(...)

İleride, sokağın alt başında, üç beş okul kaçağı top oynuyordu. Yine daldı. Sokağın içindeki iki katlı beyaz konak, evleriydi onların. Çocuk gözü ile kale gibi iri dururdu konak.

Arkasındaki büyük meyve bahçesi, portakal, mandalina, incir, nar, muz ağaçları ile dopdoluydu. Tırmanmayı bodur yenidünya ağacında öğrenmişti. Sonradan komşudan sarkan, mamık denilen kara erik ağacının dallarına asılmakla işi büyütmüştü. Dallardan erik koparmadan önce, yaşlı Fahuri teyzenin bakıp bakmadığını gözlemeyi öğrenmişti. (...)*****

İlyas Halil' in düşler kentini onun rehberliğinde dolaşmayı sürdüreceğiz...

* Hikayeye konu olan Adliye binası 1902' de inşaatı başlayıp 4 yılda tamamlanan Hükümet Konağının arka cephesinde yer alır. Günümüzdeki Jandarma binasının arkasında artık trafiğe kapanmış olan Mücahitler Caddesine açılırdı. Jandarma binası ise Cezaevi olarak hizmet verdiği için Adliye ile cezaevi birbirine komşuydu.

** Boyansin Ramazan (1989) Kitabı Yusufçuk Kuşları öyküsünden

*** Vali Konağı ile Arap Ortodoks Kilisesi arasında yer alan ve 1946' da tamamlanan Halkevi binası (günümüzde Cumhuriyet Meydanındaki Kültür Merkezinin bulunduğu alan)

**** Boyansin Ramazan (1989) Boyansin Ramazan öyküsü

***** Boyansin Ramazan (1989) Emekli öyküsünden

 

 
YORUMLAR

Yazarın Diğer Yazıları

>> Yerel seçimler ve Mersin ittifak denklemleri... - 30.11.2017
>> Seçimlere doğru ittifaklar, Mersin özelinde durum... - 24.11.2017
>>  Tuz deposundan Taş Bina' ya... -41- (Akkahve işletmecisi Hasan' ın öyküsü) - 20.11.2017
>> Seçimlere doğru umumi manzara... - 16.11.2017
>> Tuz deposundan Taş Bina'ya -40- (Tek tipleştirmeye karşı çok renkliliğin hikâyesi) - 15.11.2017
A24 Yazarları
Recep Ali AKSOYLU Ahmed KAYMAK
Kitap israfına şimdi de EBA mı eklendi
Tüm Yazarlar