20.04.2015 / 10:22

Ahmed KAYMAK

100 Yılında Ölümü Titretenler

Yüzüncü yılında Çanakkaledeydim. Eskişehirden basın mensupları olarak Tepebaşı Belediyesinin daveti üzerine Çanakkaleye gittik. Çanakkaleyi gezerken en büyük ihtiyaç rehberdir.

Rehberinizin anlatım diksiyon ve bilgisizi ifade tarzı çok önemli. bizim rehberimiz. Kamil Uzelli Bey di sorularımla onu sıktığım ve yorduğumun farkındaydım. sonra teşşekkür edip ayrıldık. rehberimizin anlatım gücü sayesinde sanki oradaki tüm olayları birkez daha yaşadık. ANZAC (Avusturallian and New Zeland Army Corps) Yani Avusturalya ve yeni Zelanda kolordusu anlamına geliyor. 100 yılında bir sürü anzak da dedelerini anmak için buralarda. Çanakkaleyi gezerken Gurur, Onur ve Utanç gibi birçok duyguyu birarada yaşıyorsunuz.

Çanakkaledeki Erinden Subayına her askerimiz bir kahraman her askerimizin bir destansı öyküsü var. 15 Yaşındaki çocukların korkusuzluğundan Ölüm bile titredi. Hatırlarmısınız hani bir siyah beyaz bir fotoğraf vardır, askerlerimizin kendi cenaze namazlarını kıldıkları. Tepebaşı belediyesi o namaz kılınan (namazgah) denilen yerde 2 000 Eskişehirliye orada cuma namazı organize etti. Baharın gelmesi çiçeklerin açması çiçek kokuları ve diğer kokular manevi bir atmosfer ve ambiyans muhteşemdi. Kendimi birazdan taarruz edecek ve ölüm emredilen askerlerimizin yerine koydum. Benim gezmek için geldiğim bu yerlere onlar Ölmek için geldiler .

GERİ DÖNMEYİ DÜŞÜNMEDİLER

Kendi cenaze namazlarını peşinen kıldılar. Ki Yüz sene sonra biz oraya rahat gidebilelim hatta biz olabilelim diye onlar kendilerini feda ettiler. Çoğunun isimleri unutulmuş yerleri karıştırılmış sadece her akşam yapılan yoklamada eksik oldukları kaydedilmiş o kadar. Her taraf mezbelelik ortalık tam bir Türkişh hengame. Bereket rehberimiz çok iyiydi konuya hakimdik ve planlı bir ziyaretdi. Savaşın karşı kıyısına geçersek. Anzaklar bilmeden geldikleri bu yerde yıllar sonra atalarını anıyorlar çok organizeler. Benim dikkatimi çeken şey ise Üzerlerinde isim bulunan sembol mezar taşlarının yanına tahta haç gömüp kenarına gelincik çiçekleri ve küçük bayraklar şeklinde flamalar bırakıyorlar. Onlar için herşey düşünülmüş seyyar tuvaletlere ve seyyar oturma tribünlerine kadar. Gelincik onlar için bu savaşın simgesi. Malum gelincik kısa süre açan ve yaprakları çok nazik ve kısa ömürlü bir çiçek.

Aynı yerde üç müslüman hintlinin mezarı var. Kime karşı savaştıklarını bilmeden ölen müslüman hintliler onlar ise kıbleye karşı çevrilmiş durumda mezar taşlarına sahip ve onlarda unutulmamış. Bir adet de üzerine haç değil davut yıldızı kazınmış bir taş. Belli ki musevi bir askere ait. Tüm burayı gezerken kendi mezarlarımıza bakıp utanıyorsunuz. burada olağan üstü şeylerde yaşanmış mesela buluta girip gözden kaybolan ve adına KRALIN ASKERLERİ filmi dahi çevrilen bir ingiliz bölüğü. Olay hala muğlak. Ayrıca tüm Dünyaya kafa tutan gencecik bir Yarbay Mustafa Kemal ve silah arkadaşları kurtuluş savaşının stajını yapar. sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim ibretlik bir olay var. Askeri doktor Salih Dörtbudak anlatıyor; Arıburnu Anafartalar arasında bir günde 18 000 şehit verdik ve bir o kadar yaralı. sargı yerleri ve hastahaneler serin ve temizlik açısından dere yataklarına kuruluyordu.

Ağrı kesici yok ve ağzına mehmetçiğin bir keçe verilip ısırtılıyordu. Bazen o keçenin üzerinde dişler kalıyordu. Yaralıların çoğunu kaybediyoruz buna nasıl önleyebiliriz diye tüm doktor arkadaşlar düşündük. Önce kurtarabileceğimiz yaralıları kurtarıp sonra ağır yaralılara dönecektik. bir gün bir doktorun önüne yaralı bir asker gelir, bir ayağı kopmak üzeri ve iç organları dışarıdadır, içine doldurur ve "götürün bunu " der. O sırada bir insanın duyabileceği en kötü ve en korkunç sesi duyar " BABA" Doktor bakar, önüne getirilen askerin yüzünü, gözünü temizler görür ki, orada yatmakta olan kendisi gibi tıp mektebine okumaya gönderdiği oğlu dur. "götürün bir gölgeye yatırın " der.

Ancak ertesi gün oğluyla ilgilenecek fırsatı bulur, yanına vardığına ise oğlu artık şehit olmuştur. Savaşı kazanamyacaklarını anlayınca tepeden zehirli çiviler atarlar her şekilde dik düşen bu çiviler askerimizi zehirler şehit eder hatta kimyasal silah dahil kullanıp tüm savaş suçlarını işleselerde Çanakkaleyi geçemezler. burada kısacık aynalı çarşıdan bahsedelim. sizin aklınıza geldiği gibi bir etrafı aynayla kaplı çarşı falan yok. Yozgatlı bir asker Çanakkaleye gelir. burada ihtiyaçlarını karşılamak için çarşıya uğrar orada atların koşum takımları gibi kayıştan şeyler küçük ayna parçalarıyla süslenmiştir. güneşte bu ayna yansımalarından dolayı bir türkü yakar ve oraya "Aynalı çarşı" der. Çarşıya savaş zamanı bir top mermisi düşmesiyle ne çarşı ne aynalar kalır.

Daha sonra yeniden orası restore edilir. Şuan orada küçük bir aynalı çarşı vardır. Savaştan yıllar sonra Mustafa Kemal Çanakkaleye uğrar ve Seyit onbaşı yı sorar. unutulmuş olan Koca Seyit aranıp dağdan bulunup getirilir. Paşa kendisine maaş bağlanmasını istesede o "Ben herkes gibi üzerime düşen görevimi yaptım. bu memleketimin kuruşuna el süremem." diyerek, reddeder. Korucular bana müsade etmiyor ben dağdan odun getirip bazen kömür yapar satarım bana azcık müsade etsinler" der. Gerçi tarihe sığmayan Çanakkaleyi kısa bir yazıya nasıl sığdırayım? Çanakkale bir Pirius zaferimidir, değilmidir? onu ileride anlatalım. tüm yetişmiş ve genç beyinlerimizin öğütülmesi ni sonraya bırakalım.

"Söz konusu vatansa gerisi teferruatdır." Ve bu vatanın kuruşuna göz dikenlere ithaf olunur. Diyerek, bitirelim Görüşmek üzere....Sevgiyle kalın.

 
YORUMLAR

Yazarın Diğer Yazıları

>> Yoruldum dinlenmekten - 21.05.2020
>> Korona günlükleri - 13.04.2020
>> Aptal kutusu - 22.11.2019
>> Fırça - 31.10.2019
>> GEL DE YAZMA - 09.09.2019
A24 Yazarları
Recep Ali AKSOYLU Ahmed KAYMAK
Kitap israfına şimdi de EBA mı eklendi
Tüm Yazarlar